

İnsanlara en büyük hayallerini sorduğunuzda muhtemelen her üç kişiden birinin dünyayı gezmek gibi bir hayali olduğunu görürsünüz. Ancak bunu başaranların oranı çok düşüktür. Aynı zamanda herhangi bir araştırmaya dahi gerek olmadan hepimiz kolaylıkla söyleyebiliriz ki hayalini kurduğu şeyi başaranların oranı aynı şekilde düşük. Hayali için kayda değer bir şeyler yapan, sahip olduğu şeyleri feda etmeye hazır olan, hayalleri için uykusuz veya parasız kalmayı göze alanların oranı daha da düşük. Hatta daha acısını söyleyeyim; ülkemizde gençlerin sadece %30’u hayal kuruyor. Yetişkinler arasından bir hayali olan, hayal kuranların oranı ise %15. İşte bu yazıda herkes gibi bu başarısızlık girdabının içinde savrulurken neler deneyip, deneyimleyip neler yaşadığımı, bu kavramlar arasında gidip gelirken ne sınavlar verdiğimi ve hayallerimi başarmak için neler yaptığımı anlatacağım. Aynı zamanda biraz Dünya Turu fikrinin nasıl oluştuğundan yani kendi hikayemden bahsedeceğim.
Doğumumdan itibaren bu güne kadarki süreçte uzun yıllar yaşadığım herhangi bir yer olmadı. Çocukluk ve ergenlik yıllarım ortalama 2-3 yılda bir ev değiştirerek geçti ve bu durum herhangi bir yere karşı hissedeceğim aidiyet duygusunu etkileyerek beni çok daha kolay konforundan ve düzeninden vazgeçebilecek biri haline getirdi.
Hani Orhan Pamuk’un bir kitabı “Bir kitap okudum, bütün hayatım değişti” diye başlar ya; benim de çocukluk yıllarımda böyle bir kitabım oldu; Moby Dick. Bir grup denizcinin okyanusta büyük beyaz balinanın peşinden giderek yaşadıkları maceraları anlatan bu kitap nedense yola çıkmak, maceraya atılmak, açık denizlerde günler ve gecelerce yolculuk yapmak gibi konularda beni hem etkilemiş hem de ilk defa bana yol hayalleri kurdurtmuştu. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen hala benzer bir maceraya atılma hayalim var.
Bir çok aile için geçerli olan bütün kış çalışıp yazın köye gitme rutini bizim için de geçerliydi. Çocukluğum boyunca hemen her yazı annemin köyü olan Kastamonu’nun Araç ilçesine bağlı Fındıklı köyünde geçirdim. Şehirler arası yol yapmak, gece otobüsün çamına kafamı koyup hayallere dalmak çocukluktan beri en büyük keyiflerimden birisi. Tabii bunu hak etmem gerekiyordu. Bir aile terbiyesi olarak iş hayatıyla çocukluk yıllarında tanıştım. 10 yaşımdan bugüne kadar konfeksiyonlarda, tekstil fabrikalarında, inşaatlarda, deri atölyelerinde, otellerde çalıştım ve yazın sonunda gerçekleşecek köy yolcuğunu hak edip bunu kendim finanse ettim. Kazandığım bu alışkanlık sayesinde hala çalışıp kazandığım parayla seyahat etmeye devam ediyorum.
2010 yılının ortasında üniversiteden mezun olup İstanbul’a dönmüş ve iş hayatına hızlı bir giriş yapmıştım. İlk yıllık iznimde tıpkı eskiden olduğu gibi yine köye gittim fakat bu sefer artık istediğim şeyin bu olmadığıyla yüzleştim. Daha farklı şeyler yapmak istiyordum. Çocukken okuduğum kitaplar, izlediğim filmlerle ve takip ettiğim bloglarda insanların anlattığı hikayelerle birleşti ve 2012 yılında yavaş yavaş bir Dünya Turu hayali kafamda şekillenmeye başladı. Küçük bir şirkette asgari ücretle çalışan yeni mezun bir gençtim ve ekonomik bir yolculuk planlamalıydım. Motosiklete olan ilgim bu şekilde başladı. Kısa bir süre sonra ehliyetimi almış, bir güvenli sürüş eğitimini tamamlamış artık yavaş yavaş İstanbul trafiğine çıkmaya başlamıştım. Üstelik bir planım da vardı. Bir kaç ay tecrübe kazandıktan sonra yaza doğru İstanbul’dan Antalya’ya kadar motorla uzun yol yapacak, çadırımı ülkenin en iyi plaj ve koylarına kurup tek başıma ilk motorlu uzun yolumu gerçekleştirecek ve motorlu bir Dünya Turu için tecrübe kazanacaktım.
Ancak tam da rota çıkartmaya başladığım 2012 yılının ekim ayında Mike Tyson’ın “herkesin bir planı vardır, ta ki yüzüne yumruğu yiyinceye kadar” sözünü anımsatırcasına; Mecidiyeköy’de, akan trafikte bir araç bana çarpıp motorla birlikte taklalar atarak beni yolun karşısına atmıştı. Siren sesleri, ambulans, kanla dolmuş durumda olan ayakkabım, acil servis koridorları, ellerini ayağımın içine sokup kemikleri toplamaya çalışan doktorlar ve üstümdeki kıyafetleri kesip elime imzalamam için bir kağıt tutuşturan başka bir dokturun ameliyathanenin önünde bana “çıktığında bir ayağın olmayabilir, hazırlıklı ol” demesi... Ameliyathanenin soğuğunda tir tir titrerken aklımda olan tek şey adeta ellerimin arasından kayıp giden Dünya haritası olmuştu. Her şey ama her şey hayallerde kalacaktı.
Ameliyat saatler sürdü. 11 gün hastanede yattım ve 3 ay boyunca ayağımı hiç kımıldatamadım. Sağ ayağımda 14 kırık vardı, tüm parmaklarım yerinden çıkmıştı ve ayağımın üstündeki deri paramparça olup açılmıştı. Yürüyüp yürüyemeyeceğim bu 3 ay içinde de belli değildi. İlaçlar ve 2 ay süren fizik tedavi sonrasında nihayet parmaklarımı kımıldatmaya başlamıştım. 2013 yılının ilk günlerinde yeniden ayaktaydım.
Kazanın üstünden henüz 1 yıl geçmişti. Aylık doktor kontrollerinde doktorlar yürüyebildiğime inanamayıp beni “bi yürü bakalım” diyerek şaşkınlıkla izliyordu. Ayağımın, daha yürünecek yüzlerce rota, binlerce kilometre varken başka bir şansı yoktu. Bu bir yıllık süreçte motordan ve trafikten tamamen soğumuştum. Hatta kazanın üstümde ciddi travmatik etkileri vardı. Doktorlarımın onayını da alarak 2013 Ekim ayında, yani artık yürüyemeyeceğim düşünülen kazadan sadece 1 bir yıl sonra sırtımda 20 kilodan fazla bir çantayla Likya Yolu’nu yürüyordum. Likya Yolu’nda bir haftaya yakın bir süre boyunca günde 8-9 saat yürüdüm. Bu yürüyüşler esnasında yerli-yabancı bir çok gezginle tanışıp sohbet ettim ve her sabah yeni bir yerde uyanıp her akşam çadırımı kuracak yeni bir manzara aramanın tadını keşfettim. Bu yolculuk bende “artık tatillerimi herhangi bir şekilde geçirmemeliyim” fikrini uyandırdı.
Kafamdaki sıradışı tatil anlayışı beni bir sonraki sene Doğadayız ekibiyle Fethiye macera tatiline götürdü. Burada her gün her birini ilk defe deneyimlediğim rafting, jeep safari, tüplü dalış, yamaç paraşütü gibi sporları deneyimleme şansım oldu. Burada geçirdiğim bir haftada tatil anlayışımı ve hayata bakışımı kökünden değiştiren önemli bir değişim yaşadım ve daha bu tatilim bitmeden burada tanıştığım bir arkadaşımın gazıyla ilk yurtdışı seyahatimin biletlerini satın aldım. Bu bileti aldığımda pasaportum, vizem, senelik iznim, param, yol arkadaşım, tecrübem hiçbir şeyim yoktu. Sadece önümde 6 ay gibi bir süre vardı ve aşırı heyecanlıydım.
6 ayda ihtiyacım olan parayı biriktiremedim ve ilk yurtdışı seyahatime kredi çekerek gidebildim. Ancak bunun için bir gün bile pişman olmadım. Daha önce yurtdışına çıkmamış kişilere borçla, krediyle de olsa bir şekilde bunu gerçekleştirmelerini tavsiye ediyorum. Bu seyahatimde 14 gün boyunca İtalya, Vatikan, Slovenya, Avusturya, Polonya ve Çekya’yı trenle (interrail) tek başıma gezdim. Hayatımın şimdiye kadarki en ufuk açıcı seyahati oldu ve kazadan beri kafamda flulaşan Dünya Turu fikri bu seyahatin ardından tekrar netleşmeye başladı.
İstanbul’a döneli henüz 45 gün olmuştu. Geldiğimden beri sürekli düşünüyordum. Yapmak istediğim şeyler neler, nasıl bir hayat istiyorum, bunları nasıl başarabilirim... Nihayet 16 Mayıs 2015 yılında bir deftere Asya ülkelerinden oluşan bir rota çizip şöyle demiştim; “İnterrail’den döneli sadece 45 gün oldu. Ve işte yeni hedefimi buldum. Bir süredir Güney Amerika’yla Asya arasında gidip geliyordum. Net olarak aradığımı bulduğuma eminim. Yeni hedefim; ‘Sonsuz Asya’nın Kalbine’ yolculuğa çıkmak. İran, Hindistan, Sri Lanka, Çin ve Moğolistan.” Geçtiğimiz 4 yıl boyunca tam olarak bu hayal üzerine çalıştım ve onu ayakları yere basan gerçek bir plana dönüştürdüm. Biraz da bu süreçten bahsedeyim.
Artık önümde bir plan vardı ve tamamen buna odaklanmıştım. Hedefim para biriktirmek 6 aylık bir Asya seyahatine çıkmak ve dönüş çalışmaya devam etmekti. Bunun için 2 yıllık bir para biriktirme sürecine girecek, gereksiz tüm masraflarımı kısacak ve bu süreçte maliyetli herhangi bir plan yapmayacaktım. Bu arada bir B planı da yapma ihtiyacı hissettim. Hali hazırda bir firmada gömülü yazılım geliştiriyordum. Yani geliştirdiğim yazılımlar bir takım elektronik cihazlara yükleniyor ve onlar üzerinde çalışıyordu. Bu nedenle o cihazlara bağlıydım ve uzaktan çalışabileceğim herhangi bir plan yapmam imkansızdı. Sadece bilgisayarla işimi yapabileceğim %100 yazılım geliştireceğim bir işe ihtiyacım vardı. Bu benim için sadece iş değiştirmek değil aynı zamanda meslek değiştirmek anlamına da geldiği için önümde zorlu bir süreç olacaktı. Aylar süren yoğun bir tempoya girip yeni mesleki yetenekler kazandım. Bu süreçte yine 6 aylık bir kursa katıldım ve kurs boyunca hiç tatil yapmadan tüm haftasonu ve tatillerimi kişisel gelişimime ayırarak kendimi iyi bir noktaya getirdim. İş arama sürecinde yaklaşık 900 ilan incelemiş 30’dan fazlasına başvurmuş ve sadece 2 görüşmeye çağrılmıştım. Bu işlerden birini aldım. Bu, hayatım ve hayallerim için çok önemli bir dönüm noktası oldu.
Tüm bu süreçte Türk Lirasının değeri gittikçe düşüyordu. Bense zaten kırılgan olan ekonomik durumum nedeniyle ara ara seyahat bütçemden para çekmek zorunda kalıyordum. En sonunda bu şekilde başaramayacağımı kabullendim. Kabullenişin ardından sayısal loto, milli piyango gibi şans oyunlarına bile yöneldim. O da uzun sürmedi. İkinci denemem de başarısız olmuştu.
Planım hiç değişmiyordu. Dünya Turuna çıkacaktım. Ancak bunu nasıl yapacağımla ilgili yine bir boşluğa düşmüştüm. Parasız ya da düşük bütçeli bir seyahat bana göre değildi. Çünkü burada ekonomik olarak sorumlu olduğum insanlar da vardı. Tam da bu sırada dünyanın en değerli şirketi olan Amazon’un Alexa takımı için bir iş teklifi aldım. Online mülakatlardan geçip Belgrad’a görüşmeye ve yüz yüze mülakatlara davet edildim. Bu yeni bir seyahat etme tarzını da aklıma getirdi. Daha yüksek maaşlarla, dolar kazanarak ya da farklı ülkelerdeki farklı şirketlerde çalışarak daha uzun vadeli bir Dünya Turu gerçekleştirebilirdim. Amazon mülakatinde başarısız oldum. Mesleki olarak fena bir noktada sayılmazdım ama daha önce hiç bu ölçekte bir sınava tabi tutulmamıştım. Mülakat tecrübem bile yoktu. Amazon tecrübesiyle Avrupa ve Amerika’da bulunan çeşitli şirketlere başvurdum. Bu süreçte eksiklerimi giderebilmek için daha fazla çalışmam gerekiyordu. İşe gidiş geliş esnasında her gün 3 saat kaybediyordum. Bunu fırsata çevirebilmek için ofise uyku tulumu ve mat götürerek 4 ay boyunca haftada 2-3 gün ofiste halının üstüne mat serip uyku tulumunda yattım. Ancak bu sefer de başvurduğum şirketlerden ya ingilizce yetersizliği ya da yine ingilizce yetersizliğinden kaynaklı yanlış anlaşılmalar nedeniyle reddedildim.
Şubat 2018’de çalıştığım şirkette yöneticimle konuşup tüm bu süreçten bahsettim. Bana uzaktan çalışmak konusunda izin vermesini talep ettim. Aynı çalışan hak ve sorumlulukları ve aynı haftalık mesai süresine tabi olacaktım fakat uzaktan çalışacaktım. Yaptığım iş buna fazlasıyla uygundu. Hiç düşünmeden reddedilmeyi bekliyordum. Beklediğim gibi olmadı ve yöneticim benim istediğim tarihten bir kaç ay ötelemeli bir şekilde de olsa teklifimi kabul etti. Ancak bunun için şirkette halletmem gereken bir takım işler ve olgunlaşması gereken bir süreç vardı. Şirket işleri benim kişisel hedeflerimle bu şekilde bağlanınca benim için bir hayli yıpratıcı bir süreç başladı. Bu andan itibaren tünelin sonunda gördüğüm bu ışığa ulaşabilmek için var gücümle çalıştım. Fakat bir yerden sorna tüm hayatım işten ibaret bir hale gelmişti. Haftalık çalışma saatlerim -kendi isteğimle de olsa- 85 saat’lere çıktı. Yani ortalama bir çalışanın iki haftada yaptığı mesaiyi bir haftada yaptığım zamanlar oldu. Son 36 saatin 33’ünde çalıştığım çok günüm oldu. İstediğim şeyi almayı beklerken yeni bir şokla daha karşı karşıyaydım. Yöneticim işten ayrılıyordu ve yerine ben getiriliyordum. Aynı süreç bu sefer de Genel Müdür’ümle ilerlemeye devam etti. 1 yıldan fazla süren bu dönemde hayat boyu işime yarayacak çok şey öğrendim. Ekip kurma, proje yönetme, iletişim, insanları aynı hedefe kanalize etme ve en önemlisi şirket hedeflerini gerçekleştirme. Bu, kendi kişisel hedeflerimi gerçekleştirme konusunda da bana farklı bir bakış açısı kazandırdı.
Yazılım ekibinin başında geçirdiğim bir yıla yakın sürede ekibin altyapısını ve süreçlerini dünya normlarına uygun hale getirme konusunda çalışmalar yaptım. Bunlar aynı zamanda uzaktan çalışma konusunda benim işimi de bir hayli kolaylaştıracaktı.
Ve sona geldik! 3 Mayıs 2019 tarihinde istifamı vererek yıllardır devam eden bu süreci nihayet sonlandırıyorum. 7 senedir çeşitli yollarla gerçekleştirmeye çalıştığım son 4'ünde de adını koyup, net bir şekilde projelendirip adım adım hayata geçirdiğim Dünya Turu hayalime de 13 Mayıs 2019 tarihinde Kuala Lumpur (Malezya) yönüne aldığım tek yön bir biletle kavuşuyorum.
Bu 7 yılda asla varılamayacak hedefler koymanın insanı asla varamayacağı yerlere götürebildiğini gördüm. Önümüzdeki süreçte neler göreceğimi ise tahmin bile edemiyorum.
Bir sonraki yazıda nasıl hazırlandığımdan bahsedeceğim,
Takipte kalın.